DİĞER
Geçen ay Georg Büchner Ödülü’nü kazanan E. Sevgi Özdamar’ın cümleleri ile çizgileri arasındaki ortaklıklar: "Endonezya’da inci toplayıcılarının istiridyelere belli yerlerinden dokunduklarında kabukların kendilerinden açıldığını, desenlerinin birçoğunun da açılmaları için doğru yerlerden bakılmayı beklediklerini Sevgi’ye söylediğimde, bir an siyah gözlerinin sigara dumanının ardından parladığını gördüm."
"Emine Semiye ve Fatma Aliye, Mükâfat-ı İlahiye ve Udi romanlarında yazın alanında kendilerine yer açmak ve kadın merkezli bir edebiyat inşa etmek için kendilerinden önceki erkek yazarların kanunlarına karşı çıkarlar."
Galerist'teki Bedbahtlıklar ve Yeni Hazlar sergisi / "Türk Mata Hari" Emine Adalet ve Benli Belkıs / Yahya Kemal'in kaçışı ve dönüşü / Hayatta Kalma Sanatçıları / Armağan Çağlayan
“Kıyımın, zulmün, adaletsizliğin her geçen gün hayatımızın daha doğal bir parçası haline geldiği bir dünyada anormal sayılanlardan olmaktır asıl normallik bence. Hatta bir adım öteye gidecek olursam, çektikleri acıya üzülmekle birlikte, onların arızalarıyla gurur duyduğumu bile söyleyebilirim. İncinmeyi ve utanmayı bilen insanları sever gibi seviyorum onları. Derisini kalınlaştırmadığı ve bu dünyaya dayanamadığı için yaralanan herkesi normal buluyorum.”
"Dede Korkut hikâyelerinde en sevdiğim, en hayran olduğum karakter Banıçiçek. Onun özgünlüğü tek başına hikâyeleri bir başyapıt yapmaya yeter bence. Banıçiçek, Bamsı Beyrek’in karısı. Araştırmacılar Bamsı Beyrek ile Odysseus, Banıçiçek ile de Penelope arasında paralellik kurarlar. Ama bence Banıçiçek Penelope’den daha ilginç bir karakterdir."
"Baudrillard’ın eskiden aşırı tüketim ve haz toplumunu eleştirmek ve tıkanıklığa işaret etmek için sorduğu bir soru vardı: Orjiden sonra ne yaparsınız? Orjiyi mutlak açılma ve özgürleşmenin metaforu olarak görürsek, bu sergi bu soruyu tersten soruyor gibi: Kapanmadan sonra ne yaparsınız?"
“Şaziye Karlıklı’nın biyografileri içinde geçen şahsiyetler ve olaylar o denli çarpıcı ki, bu kitaplar üzerine çıkan kısa yazılarda ister istemez bu detaylar öne çıkmış, ben daha katmanlı bir okumayı önermek istedim. Ayrıca, kitap tanıtımı sadece tanıtmakla kalmalı ki, gerisini merak edip siz okuyun, dikkatinizi çeken kısımları siz kendiniz seçin, en önemlisi, şu sıkıntılı günlerde, Karlıklı’nın su gibi akıp giden iki kitabı ile tanışın…”
Yıldırım Türker’in gündeme dair yazdığı yazılar ne kadar güncelse, Bahçe yazıları da hâlâ o kadar güncel. Nefes almaya, kendimizi kollamaya, başka bir dünyanın mümkün olabileceğine inanmaya yine çok ihtiyacımız var.
Kalkınma veya modernleşmeyi eğer ‘insanoğlunun doğa karşısındaki gücünü artırmak’ şeklinde değerlendiriyorsanız, bunu insanlığın bir çabası olarak kabul etmek gerekir. Tüm sert eleştirilere rağmen bu çabada Batı daha öncü ve kapsamlı bir gayret gösteregelmiştir. Ben ‘yiğidi öldür ama hakkını ver’ yönteminin daha doğru olacağını düşünüyorum.
Acemoğlu ile Robinson, Ulusların Düşüşü’nde dünyadaki eşitsizliğe ve farklılıklara odaklanmışlardı, Dar Koridor ise özgürlük hakkında. Özgürlüğü Locke’tan, devlet tanımını da Hobbes’tan alarak Leviathan sözcüğünü kitap boyunca devletle eşanlamlı kullanan yazarların temel savı “özgürlüğün oluşması ve yeşermesi için hem devletin hem de toplumun güçlü olması gerektiği”.
Fatma’nın yanından ayrıldıktan sonra odasında soyunurken babasının söyledikleri aklına gelir. Babasına göre “bazı mendebur istisnalarıyla her kadın mubahtır”
“Öteki” olmaya karşı çıkarken baskın kültürü sorgulayacak mıyız, kendi sesimizi duyurmak için farklı yollar deneyecek miyiz yoksa buna ayak mı uyduracağız?
Daha Fazla
© Tüm hakları saklıdır.
↑ Yukarı çık